-İsmail Efendi müsaade varsa bir iki hasbihal edelim deriz.
Ben namazı bozan şeyleri bilirim, abdesti bozanları da, e orucu bozan şeyleri de..
Bilirsin elbet bilmez misin sen, sana tutup bunları anlatacak değiliz canım, sen onları bizden daha iyi bilirsin.
Sürüsüne bereket hoca efendiler anlatırlar ha anlatırlar, var olalar! Anlatırlar ama sanılmaya ki din budur. Şimdi öyle bir hale getirdiler ki bu işi sanki bu din abdestin nasıl alınacağından, orucu, namazı neyin bozacağından başka bir şey değildir. Oruç dediğin, abdest dediğin, namaz dediğin iman varsa var azizim! Hele sen şu imanı bozan şeylerden bahset bize de abdestimiz tuta. Anlat hele hoca efendi orucu nelerin bozduğunu ezber çokta zor değil. Sen asıl imanı bozan haller neler ola ? Onu anlat hele. Kul hakkı yemek, emeği hiçe saymak, işi ehline vermemek, adam kayırmak, işine ve tartısına hile karıştırmak, hırsa kapılmak, zayıf bulunca zulmetmek, büyük görünce dalkavukluk etmek, topluluk içine fitne sokmak, bölüştürmek değil bölücülük yapmak, dostunu dahi kıskanmak, yalan söylemek, buğz beslemek hep söyleriz bir kere daha söyleyelim. Ne der Ahmet Yesevi:
Ağlaması göz boyar, her gün ayağı kayar.
Kendini adam sayar, ahir zaman şeyhleri..
Başına sarık sarar, kendine mürit arar
İlmi yok neye yarar, ahir zaman şeyhleri
Dünyaya kucak açar, zorun görünce kaçar
Her yana küfür saçar ahir zaman şeyhleri
İşte böyle şimdi bu işler bin bir türlü günahı salıveririz. Aman ha abdesti bozan haller onun nasıl alınacağı belli, çaresi ilacı belli, namazı orucu kaçıranın da ilacı belli. De hele o vakit, imanı bozan nice nice günahın ilacı ne ola ki ?Buna reçete ne ola ? Nereden buluruz günahın reçetesini ? Hangi hekimdedir ?
Size Beyazıt-ı Bestami’den bir hikaye anlatayım;
Hazret bir gün müritleriyle gezinti sırasında yolları bir veli yurduna gelir. Şimdiler de akıl hastahanesi derler. Ayak üstü hekimlerle sohbet ederken, bir hekim ruhi hastalıklar çareleri ve hangi hastalığa hangi ilacın iyi geleceği hakkında bilgi verir. Gönüller sultanı bu bilgilerden sonra hekime şöyle bir soru sorar;
”Hekim efendi” der. ”Siz bütün hastalıkların ilaçlarını saydınız, peki günah hastalığının ilacı ne ola ki ?” Kısa bir sessizlikten sonra orada bulunan deli velilerden biri hekim diliyle deyin ki akıl hastalarından biri edep ile müsaade isteyerek söze girer. Erenler müsaade eder ise bu ilacı ben söyleyeyim mi ? Beyazıt-ı Bestami bu samimi teklif karşısında müsaade eder. Hekimler de can kulağı ile hastalarını dinlemektedirler. Günah hastalığının ilacı şudur ki;
Tövbe kökünü istiğfar yaprağıyla karıştırıp gönül havanına koyduktan sonra tevhid tokmağıyla döveceksin. İnsaf eleğinden eledikten sonra gözyaşı ile hamur edip aşk ateşinde pişireceksin. Muhabbet balından da birazcık karıştırıp sabah akşam kanaat kaşığı ile azar azar yiyeceksin. Bu güzel ilacı öğrenen Beyazıt Hazretleri;
Hey gidi dünya hey demek seni de deli diye buraya getirmişler deyip oradan ayrılır. İşte böyle canlar, he sanmayın ki bu bir mesel reçete gerçektir. Bu ilaç hala günah hastası olanlara tavsiye edilmeye değer bir ilaçtır. Bu terkip hala devam etmektedir. Nasıl mı dersiniz ? Cenab-ı Hakk (c.c) tövbe edenlere rahmetiyle yüce mertebeler vadetmektedir. Bunlardan biri de günahların sevaba dönüşmesidir. Bu nasıl olur diye tereddüte gerek yok ilahi müjde öyledir. Bunu tartışmak dahi aptal işidir. İlahi rahmet bu kadar geniştir. Bize inanıp teslim olmak O’na güvenip rahmete koşmak gerekir. Yüce Allah (c.c) kuluna gönlündeki iman ve niyete göre muamele eder. Allah (c.c) diyen mahrum olmaz. ”Allah (c.c) tövbe edenleri sever” (Bakara 222) ayeti ile ”şüphesiz Allah (c.c) günahla imtihan olup tövbe eden mü’min kulunu sever” hadisiyle günaha bulanmış kulun kalbini çekmeye yeter de artar bile.